(GH) ‘Trabzonspor da futbolculuk, teknik direktörlük ve başkanlık görevlerinde bulunan 80 yaşındaki Özkan Sümer, bir süredir kanser tedavisi gördüğü Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Farabi Hastanesinde hayata veda etti. Özkan hoca eski Türkiye İşçi Partisi Trabzon teşkilatı kurucuları arasında da yer almıştı. Ruhu şad olsun!”
BÖYLE BUYURDU ZERDÜŞT / ALSO SPRACH ZARATHUSTRA
Özkan Sümer’le çok sıradışı bir karşılaşma…
Trabzon’un ve Trabzonspor’un ve Türkiye’nin en önemli değerlerinden Özkan Sümer hocamız aramızdan ayrıldı. Sosyal medyadaki baş sağlığı mesajlarını okuyorum. Fenerbahçeli, Galatasaraylı, BJKli taraftarların bile önünde saygıyla eğildiği, Türkiye’de sadece spor kültürüne değil, sporun içine entelektüelliği, edebiyatı, birikimi, asaleti biraz olsun sızdırabilmiş olması, sözünü esirgememesi, hegemonyanın karşısında diz çökmemesi, ilkelerinden ödün vermemesiydi tüm bu saygının nedeni.
Bizim Trabzon’daki gençlik zamanlarımızda Özkan hocayla ilgili çok şey anlatılırdı. Bir gün Meydan Park’ta arkadaşlarla otururken, bizden yaşça büyük bir ağbimiz şöyle demişti: “Abi, adam ayda sadece 3 milyon lirayı spor dergilerine veriyor.” Rakam öylesine büyüktü ki, Türkiye’de toplasan o kadar spor dergisi gazetesi yoktu. “Adam yurtdışında çıkan ne varsa getirtip okuyor!” diye de eklemişti.
Sohbetlerinde Dostoyevski’den, Camus’den, Hegel’den söz edebilecek denli sıradışıydı. İdmanlarda topun sıbabına nasıl küfür ettiği de hep anlatılırdı.
Bir gün, kış mevsimiydi, 90’lı yılların başları olabilir, bir uçak yolculuğunda, Trabzon’dan İstanbul’a giderken yan yana oturma şansına sahip oldum Özkan Sümer’le. O zamanlar deli gibi okuyorum. Kitapsız dışarı çıkmıyorum. İkimizin de okumak için çantadan çıkardığı kitap çok büyük bir tesadüfle aynı kitaptı: Friedrich Nietzsche: “Böyle Buyurdu Zerdüşt.” Ama benim elimdeki Almancasıydı: “Also Sprach Zarathustra.” O benim kitabıma baktı, ben onun kitabına. Aslında sert ve insanın konuşmaya çekindiği bir adamdı. Ancak bu kitap aramızda başka bir hava estirmişti. Bana kim olduğumu, ne yaptığımı sordu. Ben onu zaten tanıyordum. O benim kitabı eline aldı, ben de onun kitabını elime aldım ve biraz sayfaları karıştırdık. Ben kitabın Türkçesini okumamıştım ve doğrusu merak ediyordum çevirisini. Biraz göz gezdirdim ve sonra ona geri verdim. O da benimkini verdi. Hoşuna gitmişti okuyor olmam. Bir de böylesine bir tesadüfle tanışmamız onu daha da mutlu etmişti.
Bir aralar Trabzonsporlu Fatih Tekke’nin, maç yolculuklarında Franz Kafka’nın kitaplarını okuduğu haberi çıkmıştı gazetelerde. İnsan böylesi haberlerden bile çok mutlu olabiliyor. Hem futbolcu hem Trabzonlu hem de Kafka! Bu üçünün bir araya gelmesi, bazı gezegenlerin bin yılda bir ard arda sıralanmaları gibi bir şeydi.
Özkan Sümer’le bizimki de (en azından onun açısından öyle olmuştur: Hem Almanya’da yaşıyor hem de Nietzsche’yi kendi dilinden okuyor şaşkınlığını yaşadığını düşünüyorum) benzer bir duyguydu.
Çok emin değilim, ama sanırım o aralar her hangi bir takımı çalıştırmıyordu. Fazla konuşmadık sayılır, Almanya’dan sordu biraz. Sonra yemekti içecekti derken zaten zaman akıp gitmişti.
Her zaman şık ve bakımlı bir insandı.
Bu gün onun ölümünün ardından sanırım bütün Türkiye’de onbinlerce paylaşım yapılmıştır. Yukarıda da değindiğim gibi, her takımdan taraftarlar onun ardından çok güzel uğurlama cümleleri kullandılar.
Saygın bir insan olarak bu hayata veda etmek de onun yaptıklarının bir parça da olsa karşlığıydı.
Bu da, eğer varsa hayatın anlamlarından biri olabilir…