SAVAŞ BİTTİ Mİ?
Can Baydarol: Rusya Donbass’ı ilhak etti. Yapılan yorumlara göre bundan sonra barışı isteyecek olan taraf Putin Rusya’sı. Zaten amacımız buydu, burada duruyoruz ve mevcut durumun kabullenilmesi koşulunu bütün dünyadan bekliyoruz mealindeki gelişmeler önümüzdeki günlerde ortaya çıkabilir.
Peki Rusya’nın pek de inandırıcı olmayan referandum sonucunda yarattığı bu fiili durumu dünyanın geri kalan kısmının kabul etmesi beklenebilir mi?
Kuşkusuz hayır. Nasıl Kırım’ın statüsü kabul görmemişse, Donbass için de aynı durum söz konusu olacaktır.
Peki dünyanın geri kalanı kendi çıkarlarına bağlı olarak seslerini yükseltmemeyi tercih edebilirler mi?
Çok sayıda gelecek senaryosu üretmek olası.
Öncelikle yaratılan fiili durumun ortaya çıkardığı yeni Rus tehdidinden başlayalım. Putin yaptığı zafer(!) konuşmasında artık Donbass’ın Rusya’nın nükleer koruma şemsiyesi altında olduğunun altını koyu harflerle çizdi. Bunun anlamı eğer Donbass’a yönelik saldırılar olursa, buna karşılık Rusya’nın taktik nükleer (kısa menzilli) silaha başvurabileceği. Putin’in nükleer tehdidi devam ediyor.
Bu beyanın hemen ardından Zelensky ülkesinin elinde kalanının hızlandırılmış prosedürle NATO’ya kabul edilmesi için gerekli başvuruyu kameralar önünde imzaladı. Zavallı Zelensky haklı diyebilirsiniz. İyi de Ukrayna’nın elde kalanı NATO’ya kabul edildiği anda, Ukrayna topraklarının bir bölümü işgal altında olduğu için, bütün NATO ülkeleri Rusya ile savaşa girmiş olur ve Rusya’nın nükleer tehdidinin hedefi haline gelir. Üçüncü Dünya Savaşı’nın başlaması anlamına gelecek bu durumu hiçbir NATO üyesi ülke kabul edemez.
Donbass’da yaratılan bu fiili durum Putin’in satranç masasındaki dehası mıdır? Buna da cevap vermek kolay değil. Batı’nın ambargolarının daha da sıkışacağı çok açık. Putin’i çökertmek için çok sayıda yeni girişime tanıklık etmemiz kaçınılmaz gözüküyor.
Gelelim Kuzey Akım’daki patlamalara.
Sabotajı kimin yaptığı bilinmez ama, yapanın kötü niyetli olduğu kesin.
Rusya’dan Avrupa’ya giden doğal gaz yollarının en önemlilerinden birisinin artık kullanılamaz hale geldiği kesin. Zaten Ruslar ambargolara karşın Avrupa’ya doğal gaz sevkiyatını keseceklerdi diye düşünebilirsiniz. Ama bu patlamalarla “kaldır ambargoyu, vereyim doğal gazı” şeklindeki olası pazarlıkların önünün uzunca bir süre kesildiği açık. Kaldı ki mevcut hasar tamir edilse de yeni patlamaların olmayacağının garantisini kim verebilir?
Bu işi Rusya yapmış olabilir mi?
Avrupa’yı daha da zora sokmak, enerji fiyatlarını daha da yukarı çekmek vs. için, evet olabilir,
Diğer kuşkulu ABD yapmış olabilir mi?
Avrupa ülkelerinin Rus doğal gazından tamamen ümidini kesmelerini ve kendi kaya gazı vs.’yi sıvılaştırılmış halde (fahiş fiyatla) satmak için bu yola başvurabilir. Daha da önemlisi Avrupa ülkelerinin Rusya’ya karşı uygulanan ambargoyu delmek için Ruslarla gizli pazarlıklar yapılmasının önü bu şekilde kesilebilir.
Patlamalara kimin yol açtığını şu anda kestirebilmenin pek imkanı yok gibi. Ancak mevcut savaşın esas itibarı ile bir enerji savaşı haline (giderek daha fazla) dönüştüğü aşikar.
Peki bütün bu gelişmelerin AB içindeki yansımaları ne olur?
Bir önceki yazımdaki konu başlığım epeyce eleştirilmeme yol açtı. Cevap mahiyetinde olmamakla birlikte, hala “Faşizmin ayak sesleri!” başlığını savunmaya devam edeceğimi bilmenizi isterim. Uluslararası ilişkilerin bu kritik kavşağında artacak enerji maliyetlerinin Avrupa’daki aşırı sağın daha da gelişmesine yol açacağı kesin. Ekonomik güçlükler arttıkça radikal hareketler daha fazla beslenmeye ne yazık ki devam ediyor. Aşırı sağ popülizminin varacağı son nokta istediğiniz kadar arkaik olarak değerlendirin, faşizmin ta kendisinin doğması ile sonuçlanır. AB ülkelerindeki bu gelişmenin sağduyu ile hiçbir şekilde örtüşmediği de açıktır.
Önceki yazımızda eksik olduğunu daha sonradan fark ettiğim göçmen meselesi de, kuşkusuz durumu daha da ağırlaştıran bir faktör.
Gelelim ülkemizin pozisyonuna.
Mevcut görünüm altında ülkemizin önemi giderek daha da artmakta. Enerji jeopolitiği bağlamında bütün yolların Türkiye’den geçtiğini söylemek herhalde hatalı olmayacaktır. Artan öneme karşın bu durumdan yararlanamamanın nedeni ne olabilir?
Ancak Türkiye’nin giderek daha fazla göç alan ülke olduğunu da bir yana yazmak gerekir. Mevcut Suriyeli ve Afganların yanına, Putin’in seferberlik çağrısından kaçan Rusları, savaştan kaçan Ukraynalıları, soğuktan kaçan AB ülkesi vatandaşlarını, zaten Türkiye’de yerleşen İngilizleri, vs. ekleyerek listeyi uzatmak mümkün. Artık çok nadir gittiğim Beyoğlu caddesi ve sokaklarında Türkçe’nin pek de kullanılmadığına tanıklık ediyorum.
Peki artan önemimizin, pek çok insan için şu ya da bu şekilde cazibe merkezi olmamızın bize faydası var mı?
Bu soruya izleyen yazılarımda cevap vermeye çalışacağım.