Yılmaz Güney
Birol Üstündağ
Bir çirkin adam,Adana’nın yoksul mahallerinden çıkıp İstanbul’un ortasında yer aldı. İçindeki ateş belki Muş ‘un daha öncesinde Daron’un bir köyünden kor almıştı. Annesinden,babasından…
O yoksulluğun içinden sıyrılıp gelen Kürt gencinin yüreğindeki ateş hiç sönmedi.İlk filmlerinde kendisini ezen düzene de karşı bireysel, silahlı çıkışı olan hikayelerle yer aldı. Kumarda kazanmak,kadını diğer erkeklerden farklı, yüreklice sevmek, sahiplenmek gibi temalarla karşımıza çıktı.
Milyonlarca insan ikinci derecede sinema salonlarında onun filmlerinde kendi kişisel isyancı ruhlarını görüyorlardı.Kendi değiştiremedikleri hayatlarını Güney karakterlerini izleyerek değiştirmiş gibi rahatlıyorlardı.Yılmaz Güney onlar için liderdi.
Sonraki filmlerde bireysel kişilik yerini iki adamın dostluğu hikayelerine bıraktı. Vurguncular bunun en tipik örneğidir. Bugünkü kuşağın anlayamayacağı dostluk perdeye yansıdı. Yılmaz Güney’de böyle biriydi. Sevdiklerine, aşık olduğu kadınlara duyduğu sahiplenme duygusunu, dostlarına da duyardı.
Türkiye’de sınıf mücadelesi arttı. Güney, Arkadaş’la gerçek arkadaşlığın sınıfsal temellerini ortaya koydu. Arkadaşlık görece aynı ilkelerle yanyana durulduğunda gerçek arkadaşlık olur fikrini perdeye yansıttı. Evet yoldaşlıkta olduğu gibi arkadaşlıkta da dürüstlük, doğruluktan uzaklaşılırsa ve çıkarcı duruş olursa kopma olur. Y.Güney bunu Arkadaş filmiyle gözümüzün önüne koydu.
Sonrası geldi zaten,içlerinde senaryosunu yazdığı, yönetmen gibi hapishaneden çalıştığı filmleri (Endişe, Sürü, Yol,Bir Gün Mutlaka,İzin vb.) sinema tarihinde yerini aldı.
Öncesinde oyuncu,senarist,yönetmen olarak yer aldığı Kızılırmak Karakoyun, Aç Kurtlar, Hudutların Kanunu,Umut,Sürü ve Yol aslında Kürt Sineması örnekleriydi. Yılmaz Güney ne yaptığını bilen bir sinema adamıydı. Bu filmler için attığı adımın gerçek nedeni buydu.Zaten bu filmler için sansür kuruluyla yaşadıkları da ortadaydı.
Sonuçta Yılmaz Güney hem Türk sineması hem de ruhunu taşıdığı Kürt kimliğinin sinemadaki karşılığını etkili filmleriyle verdi ve bütün bir Türkiye’nin yüreğinde adam gibi iz bıraktı…
DEĞERLENDİRME
Yılmaz Güney, Türk sinemasının belki de en önemli figürlerinden biri olarak, hem kendi yaşamıyla hem de sinemasıyla derin bir iz bırakmıştır. Onun hayatını ve sanatsal yaklaşımını değerlendirdiğimizde, içindeki ateşin, çocukluğunun yoksulluğundan, halkının yaşadığı acılardan ve ezilmişliğinden kaynaklandığını görmek mümkün. Adana’dan çıkıp İstanbul’a uzanan bu yolculukta, sineması her zaman toplumsal meselelerle derin bir bağ kurmuştur. Kürt kimliği, sınıfsal mücadeleler ve yoksulluk, Güney’in filmlerinin ana eksenini oluşturmuştur.
“Bir Çirkin Adam” başlığıyla tanımlanan Güney, sıradan bir halk kahramanı olmanın ötesinde, sinemada bir dönemi ve bir ruhu temsil eder. İlk filmlerinde bireysel bir isyan ve silahlı mücadele temaları işlenirken, zamanla bu isyan, daha kolektif bir mücadeleye ve sınıfsal temalar etrafında şekillenen dostluk hikayelerine evrilmiştir. Bu süreçte, “Arkadaş” ve “Vurguncular” gibi filmler, sadece bireysel dostlukların değil, sınıfsal dayanışmanın da vurgulandığı önemli yapıtlar olmuştur. Güney’in dostluk kavramına bakış açısı, yoldaşlıkla iç içe geçmiştir; sadakatin, dürüstlüğün ve ilkelerden taviz vermemenin dostluğu anlamlı kıldığını sinemasında dile getirmiştir.
“Yılmaz Güney filmleri”, Türkiye’nin kırsal gerçekliğini, ezilmiş halkların dramını, devletin baskılarını ve toplumun sınıfsal yaralarını perdeye yansıtarak bir sinema dili oluşturdu. Bu dil, hem Kürt hem de Türk sinemasında devrim niteliğinde olmuştur. “Umut”, “Sürü”, “Yol” gibi filmler, bir anlamda Kürt sinemasının ilk önemli örnekleri arasında yer alır. Güney, bu filmlerde, hem halkının yaşadığı zorlukları hem de kendi içsel yolculuğunu sinematografik bir üslupla anlatmayı başarmıştır. Özellikle “Sürü” ve “Yol”, Kürt halkının trajedisini anlatırken, Türkiye’deki sınıf mücadelelerinin ve toplumsal adaletsizliklerin altını çizen güçlü filmlerdir.
Güney’in sineması, sadece bir sanat eseri olmanın ötesine geçerek, izleyicileri için bir umut ve mücadele aracı olmuştur. Filmlerinde, izleyici kitleleri kendi ezilmişliklerini, hayal kırıklıklarını ve mücadelelerini bulmuşlardır. Bu yüzden, milyonlarca insan onun filmlerini izlerken kendi kişisel devrimlerini yaşamış gibi hissetmiştir. Yılmaz Güney, bu bağlamda sadece bir yönetmen değil, aynı zamanda bir lider, bir sembol ve bir devrimci olarak kabul edilmiştir.
Sansürle olan mücadelesi, hapishaneden sinema yapmaya devam etmesi ve halkın gönlündeki yerini sağlamlaştıran eserleriyle Güney, Türk sinemasının ve Kürt sinemasının en güçlü temsilcilerinden biri olmuştur. Onun sineması, adaletsizliğe, eşitsizliğe ve baskıya karşı bir duruş sergileyen, toplumun en derin yaralarını açığa çıkaran bir ayna niteliğindedir.
Sonuç olarak, Yılmaz Güney, sinemasıyla sadece bir dönemin değil, bir halkın, bir sınıfın ve bir kimliğin sesini duyurmayı başarmış bir sanatçı olarak hatırlanmalıdır. Sineması, toplumsal mücadelenin bir aracı olarak var olmuş, izleyicilerine her daim umut ve direnme gücü aşılamıştır.
***@@***
























